17 Mayıs 2013 Cuma



Efgalibdolarımız

Geçen haftalarda, hava değişiminden kaynaklandığına inandığım grip hastalığına yakalanmıştım ve burun tıkanıklığından dolayı da nefes almakta güçlük çekiyordum. Aklıma hemen annemin bir zamanlar ben küçükken uyguladığı bir yöntem geldi. Topladığım Okaliptüs (Kıbrıs’ta yaygın olarak kullanılan ismiyle Efgalibdo) yapraklarını hemen kaynattım ve çıkan buharı içime çektim. Bir iki dakika sonra da farkı hissettim. Nefesim açılmıştı gerçekten. Bu yaşadığım küçük olayı bu haftaki yazımda sizinle bir şekilde paylaşmak istedim. Şimdi hep birlikte Kıbrısımız’ın pek çok yöresinde görmeye alıştığımız “Efgalibdolara” yani Okaliptüs ağaçlarına ve bu kocaman ağaçların adamızdaki geçmişine bir göz atalım.  
           
Okaliptüslerin Avustralya ve çevre adalarda FAO kayıtlarına göre 600, Avustralyalı ormancılara göre 1000’e yakın türü vardır. Değişik yaprak, çiçek, meyve ve gövde formu geliştiren bu tür çalı, ağaççık ve ağaç, yüksek ağaç halinde bulunur. Uzun ve iri gövdeleri sayesinde diğer ağaç türlerinden farklı olarak yetişkin bir okaliptüs ağacı bünyesinde 200 ila 1000 litre su bulundurabilir.Ülkemizde en çok izlenen tür E. Camaldulensis ve E. Gomphasephala türleridir. İkincisi gri, kahve renginde, kabuklu gövde ve dallara sahiptir. Ülkemiz sınırları içerisinde 20’ye yakın farklı tür mevcut olup, uygun şartlarda yaygınlaştırılmaları için çalışmalar sürdürülmektedir. Okaliptüs uygun koşullar altında yerli türlerin yoğunluğu ile  kıyaslandığında on kez daha çabuk gelişir. Aynı zamanda yapraklarının oldukça açık olması, yoğunluğunun yüksek olması, aynı zaman dilimi içerisinde topraktaki inorganik maddelere on kat daha fazla ihtiyaç gösterir ve bunları daha çabuk tüketir. Bu olgudan dolayı orman ağaçları için tehlikelidir. Çünkü orman olan yerlerde zengin olan toprağı fakirleştirir.

Okaliptüsler’in Ada’ya getiriliş serüveni Fransız Orman Servisi Üyesi P.G. Madon’un 1875 yılında Türkiye ormanları için rapor hazırlaması için o dönemin Osmanlı Yönetimince İstanbul’a çağrılması ile başlar. Madon, Türkiye Ormanları üzerine yapmış olduğu gözlemlerini içeren raporunu yönetime sunar, Yönetim de kendisini Kıbrıs Ormanları üzerinde araştırmalar yapması için Kıbrıs’a gönderir.  Ancak tarihin cilvesine bakın ki, Madon raporunu tamamlayamadan Ada’da yönetim değişikliği olur ve Ada 1878’de Britanya İdaresi’ne devredilir. Madon, iki yıl boyunca kendisini İngiliz İdaresi’ne kabul ettirebilmek için uğraşmak zorunda kalır ve neticede 1880 yılında ilk Orman Dairesi Müdürü olarak Britanya Yönetimince atanır. Britanya Yönetimi, Madon’un Okaliptüsler konusunda onyıllar boyunca söylediklerine harfiyen uyar ve Okaliptüs’ü esas orman zonuna çıkarmaz.


Madon şöyle diyordu Ada ve Okaliptüsler hakkında: “Benim esas ilgi alanım sadece sağlık için – şehir sınırlarında (Yeşil kuşak)  Okaliptüsten faydalanmaktır. Nitelikleri tartışmasız özel ilgi gören ve hızlı büyümesi itibar gören Okaliptüs ve daha üstün değerli ve fayda sağlayan tüm türlerin olumsuzluklarını göz ardı etmemize neden olur. Eğer ağaçlandırma için kullanılmayacaksa, caddelerde, tarla kenarlarında, köylerde, koruluk yollarında v.b. yerlerde çok arzu edilen bir türdür. Böyle durumlarda yetiştirilmeye elverişlidir ve ülke üzerinde olumlu etkileri olur. Aynı zamanda  odun hasılatı çok iyi değerlendirilir. Üç yaşında saban için odun, dört yaşında çatı kirişi, sekiz yaşında direk sağlar. Bu nedenle ormanlardan uzak olan köyler için çok değerlidir. Yönetim bunu azami derecede yaygınlaştırarak en iyi şekilde yetiştirilmesini sağlamalı, ücretsiz tedarikinde aracı olmalıdır. Fakat başlangıçta tür seçimi  çok dikkatli yapılmalıdır ve onların kullanımı uygun gördükten sonra başarısı takip edilmelidir.”
Bu yıllarda, Ada’daki sağlık koşulları oldukça bozuktu ve sivrisineklerin taşıdığı sıtma hastalığı yaygındı. Sivrisineklerin üreme alanları durgun sulardan oluşan bataklıklardı. Bataklıklar belirgin olarak Mağusa yöresinde, Larnaka’da,  Omorfo (Güzelyurt) ve çevre köylerinde,  Kanlıdere’nin  akış güzergahında (düzlüklerde) bulunuyordu. Bu bataklıklar, bazı yörelerde bugün de kış mevsiminde sulak alanlar olarak görülebilmektedirler. Mağusa yöresinde Tatlısu Gölü, Gülseren Göleti, Salamis Yöresi’ndeki su birikintileri bunlara örnek teşkil eder.
           
Madon, Kıbrıs’ta ilk bilimsel ağaçlandırma çalışmalarını başlatan insandır. Henüz ilaçlama tekniklerinin gelişmediği 19. Yüzyıl ortalarında ve sonlarına doğru, bataklık çevrelerinin yaşanır hale getirilmesi için, bazı ülkelerde (örneğin Cezayir’de) değişik ağaç türleri ile ağaçlandırmalar yapılmış ve görülmüştür ki Okaliptüs dikilen alanlarda 3 yıl sonra çevre yaşanır hale gelebilmiştir. Yapılan araştırmalar yaygınlaştırılarak 25 yıl içerisinde sıtma hastalığından olan ölümler çok aza indirgenmiştir. Bu rolü üstlenen ağaç  Eucaliptus (E Camaldulensis- beyaz veya kırmızı Okaliptüs)’tür. Okaliptüs sıtma ile mücadelede ve sağlık koşullarının iyileştirilmesinde ilk etapta şehrin çevresinde (500 hektar) kullanımı öngörülmüştür. Konuyu yakından bilen Madon tarafından Cezayir’den getirilen ilk Okaliptüs fidanları 1879 yılında Lefkoşa kapılarına dikilmiş, 1881 yılında fiilen Lefkoşa Surlar altı ağaçlandırması ile ağaçlandırma başlamıştır. İlk dikilen Okaliptüslerden (E.Camaldulensis) Lefkoşa Ziraat Bankası yanındaki iki tanesi 1991 yılında Anıt Ağaç kategorisine alınmıştır. Yaygın olarak Kıbrıs’ta bataklıkların çevresine ve kışın göllenen alanlara yapılan dikimler II. Dünya Savaşı’ndan sonradır. Okaliptüs (beyaz Okaliptüs) kullanımının başlıca nedeni bu türün 40 – 80 gün süren su baskınlarına dayanabilmesinden ileri gelmektedir. Beyaz Okaliptüs’ün su ihtiyacı fazladır ve bu nedenle su biriken alanların çevresine dikimi yapılmaktadır.  


1950’li yılların başlarına kadar Mesarya’da ve öteki yörelerde istisnasız su biriken alanlarda da sıtma ile mücadele programı çerçevesinde E. Camaldulensis dikilmiştir. Köy koruluklarının tesisinde bu tür ve E. Gomphasephala ağırlık olarak dikildiler. Bu plantasyonların çoğu tahrip de olsa günümüze kadar gelmiştir. Bugün eser halde de olsa, Ada’ya getirilen kuraklığa dayanıklı türlerin orman zonu dışındaki ekstrem alanlarda dikimleri yapılmaktadır. Okaliptüsleri Kıbrıs’a kazandıran Madon’a dönecek olursak, Madon 1882 yılında Ada’dan ayrılmıştır ama geride bugün Lefkoşa surlar altında yanlarından geçen, ya da gölgesine sığınan insanları selamlamaya devam eden ulu ağaçlarını bırakmıştır...

Teşekkürler Madon!!




10 Mayıs 2013 Cuma


Britanya, Kıbrıs ve Demiryolu Taşımacılığı

1825 yılında George Stephenson adındaki bir Britanyalı,  yalnızca yolcu ve yük taşıyarak Dünya tarihindeki ilk demiryolu taşımacılığını gerçekleştiren buharlı lokomotifi İskoçya'da Darlington ile Stockton arasında kullanmıştır. Yine Stephenson, 1830’da saatte 24 km hızla gidebilen ve Rocket adını taşıyan yeni bir lokomotif modeliyle büyük ticari önemi olan Liverpool-Manchester hattındaki yarışmayı da kazanmıştır. Britanya’da bunlar olurken, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Belçika ve Almanya gibi ülkelerde de demiryolu taşımacılığının temelleri atılmaya başlanmıştı. 1878 yılına gelindiğinde ise Büyük Britanya İmparatorluğu Kıbrıs’ın geçici yönetimini Osmanlı’dan devralmış ve diğer tüm sömürgelerinde yaptığı gibi Kıbrıs’ın yerli halkına da ilginç ama bir o kadar da gerekli hizmetler sunmuştu. Bunlara örnek olarak Posta İdaresi’nin kurulması, Ada’nın ana merkezlerini bağlayan 1-2 yolun yapımı, demiryolu taşımacılığın başlatılması denilebilir. Evet, yanlış duymadınız. Kıbrıs’ta bir zamanlar demiryolu taşımacılığı yapılmaktaydı ve bu yazımda sizlere bu fenomen hakkında bilgi vermeye çalışacağım.

Kıbrıs'ta 1905-1951 yılları arasında faaliyet göstermiş demiryolu şirketinin adı Kıbrıs Hükümeti Demiryolu Şirketi (Cyprus Government Railway) idi. Bu demiryolu kuruluşu, Lefke'nin Evrychou (Evrihu) köyü ile Mağusa şehri arasındaki hat boyunca çalışmış olup faal olduğu yıllar süresince toplam 3,199,934 ton yük ve 7,348,643 yolcu taşımıştır. 127,468 Sterlin tutarındaki demiryolu finansmanı 1899 Sömürge Kredileri yasasına (Colonial Loans Act) göre verilen bir krediyle sağlanmış, hat temelde bir taşeron sözleşmeyle inşa edilmiştir. Hattın toplam uzunluğu 76 mil (122 km), ray açıklığı ise 2 ayak 6 inç (76,2 cm) idi.

Başta Evrihu, Omorfo (Güzelyurt), Lefkoşa ve Mağusa durakları olmak üzere, hat boyunca 30 kadar istasyon bulunmaktaydı. Bu projeyle ayrıca posta, telefon ve telgraf hizmetinin de kurulacak bazı ara istasyonlar sayesinde yaygınlaşması hedeflenmişti. İstasyon adları Osmanlı Türkçesi (daha sonraları Çağdaş Türkçe), Yunanca ve İngilizce olarak yazmaktaydı. Tren, ortalama 30 mil/sa (Yaklaşık 48 km/sa) hızla Lefkoşa-Mağusa arası mesafeyi yaklaşık 2 saatte alıyordu. Hattın bir ucundan diğer ucuna seyahat 4 saat sürebiliyordu ve yolcular tarafından havalandırmasız, gürültülü ama karayoluna göre ucuz olarak niteleniyordu.

Hattın ilk ayağı olan Lefkoşa-Mağusa bölümünün açılışı İngiliz Yüksek Komiseri Sir Charles Anthony King-Harman tarafından yapıldıktan sonra ilk sefer 21 Ekim 1905 günü Mağusa'dan Lefkoşa'ya yapılır. Aynı sene içerisinde Lefkoşa-Omorfo hattının çalışmaları başlar ve iki yıl içerisinde bu bölüm de tamamlanır. Son olarak, 1913 yılında Omorfo-Evrihu hattının çalışmaları başlar ve 1915 yılında da bu bölümün faaliyete geçmesiyle hat tamamlanmış olur.  

Evrihu Tren İstasyonu Öncesi ve Sonrası


Hattın asıl kuruluş amacı, Omorfo (Güzelyurt) kasabası ve çevresindeki hasat edilen envai çeşit zerzevatın, meyvenin, tahıl ürünlerinin ve Lefke kasabasından CMC’nin (Cyprus Mines Corporation) çıkardığı bakır, krom ve asbestin Larnaka Limanı’na taşınmasıydı. Bu amaç için önce Omorfo-Larnaka hattı düşünülmüştür fakat daha sonra dönemin Larnaka Belediye Başkanı’nın da aralarında bulunduğu Larnakalı bazı ileri gelenlerin, deve ile yapılan ticareti zayıflatacağını ve devecilerin bundan zarar göreceğini iddia etmeleri ve bu projeye karşı çıkmaları üzerine hattın son durağı Larnaka’dan  Mağusa'ya kaydırılmıştır. Larnaka Limanı büyük bir fırsatı teper ve kısa bir süre sonra önemli bir ticaret limanı olma özelliğini yitirerek bir balıkçı köyüne dönüşür. Tarihi Mağusa Limanı ise bu demiryolu bağlantısıyla canlanır. CMC ise 1916 senesinde maden taşımacılığını kendi inşa ettiği, şimdilerde kullanılmayan Gemikonağı’ndaki limanlardan yapmaya başlamıştı. Özellikle tren hattının Omorfo, Lefke ve Trodos dağlarının yamaçlarına kadar uzatılması, Trodos'da turistik nitelikli otellerin yapılmasına neden oldu. Kıbrıs Hükümeti Demiryolu, 48 sene boyunca Kıbrıs’ın tarihinde yer etmiş birkaç olaya şahitlik etti:

  •         Ekim 1931’de Büyük Britanya hegemonyasının bir simgesi olarak görülen bu demiryolundan 120 yardalık (110 m) ray Enosis yanlısı Kıbrıslı Rumlar’ca yerinden sökülmüştür.

  •          Her iki Dünya Savaşı’nda da Müttefikler’in askeri kuvvetlerinin Mağusa, Lefkoşa Havalimanı and Xeros (Denizli) Limanı’na askeri destekte kullanılmıştır. 

  •          İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin başını çektiği Mihver Devletleri tarafından bombalanmıştır.

  •          1946-1948 yılları arasında Alman zulmünden kaçan 50,000 Yahudi’den  büyük bölümünün Mağusa Karakol’daki tevkif (mülteci) kamplarına aktarılmasında kullanılmıştır.    

Kapatılış Kararı ve Kalıntılar
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra karayolları yapımına hız verilir. Kara ulaşımı gelişir, kamyonlar yük taşımacılığında kullanılmaya başlar. Kıbrıs halkına sunulan ‘Bus’ların trenlere göre daha süratli olması trenlere talebi azaltır. Ekonomik sebeplerden dolayı İngiliz sömürge idaresince Kıbrıs Hükümeti Demiryolu seferlerinin sona erdirilmesi kararı alınır. Şirketin istihdam ettiği 200 kadar işçi ve memur ise, yarı resmi kurumlara nakledildi.
Demiryolu seferleri durdurulduktan sonra İngiliz sömürge yönetimi hat üzerindeki tüm rayları ve lokomotifleri satışa çıkardı ve Meyer Newman & Co adlı bir şirkete 65.626 Sterlin’e satıldı. Bu nedenle de hattın raylarından günümüze neredeyse hiçbir parça kalmamıştır. Omorfo (Güzelyurt), Lefkoşa ve Mağusa istasyon binaları bugün KKTC sınırları dahilindedir. Halen ayakta kalan bu binalar farklı alanlarda hizmete açıktır. Evrihu istasyonu ise, Güney Kıbrıs yönetimindeki topraklarda olup müze olarak hizmet vermektedir. Şirketin kullandığı 12 lokomotiften biri (1 no'lu lokomotif) Mağusa Tapu Kadastro Dairesi bahçesinde, biri de (2 no'lu lokomotif) Güzelyurt Festival Parkı’nda bulunmaktadır. 


1 no'lu Hunslet marka lokomotif Mağusa Tapu Kadastro Dairesi bahçesinde bulunmaktadır.

Bugün Lefkoşa'da eski PEYAK ambarlarının bulunduğu yer tren istasyonu, karşısındaki kesme taştan kemerli bina da istasyon müdürünün ikametgahıydı. Şimdilerde Lefkoşa-Güzelyurt girişindeki anayolun her iki tarafında yer alan tren istasyonu binaları, İngiliz döneminde, Mağusa-Lefkoşa-Omorfo-Lefke güzergahında çalışan tren hattının, Omorfo (Güzelyurt) istasyon binaları olarak hizmet vermekteydi.
 Eski Omorfo (şimdilerde Güzelyurt) Tren İstasyonu ve şehir girişi



 2 no'lu lokomotif Güzelyurt Festival Parkı’nda sergilenmektedir.

3 Mayıs 2013 Cuma


Kormacit Ve Maronitler

      Geçen hafta Angolem ve Lüzinyanlar’dan bahsetmiştim size. Bu hafta ise hep birlikte daha da eskiye gidip, Maronitler’e ve bu eski topluluğun güzel ve büyük köyü Kormacit’e bakacağız.  
Kıbrıs Maronitleri veya Marunileri, yaklaşık 1200 sene önce Levant'tan (Lübnan’dan), Maronit nüfusun yoğunlukta olduğu bölgelerden, dinsel ve siyasi çatışmalar sebebiyle kaçarak, Kıbrıs'a yerleşen ve Maruni Kilisesi üyesi olan, günümüzde de varlıklarını devam ettiren bir topluluktur. Kıbrıs Maronitleri, Yunanca ve Türkçe’nin yanı sıra, kendilerine has Arapça’nın bir lehçesi olan içerisinde Yunanca ve Türkçe kelimelerin de mevcut olduğu Kıbrıs Maronit Arapçası’nı konuşurlar. İbadet ve ayinlerini Hz. İsa’nın da ana dili olan Aramice olarak gerçekleştirirler. Doğu Katolik Kilisesi ve Batı Suriye Ayini'ne bağlı olmakla birlikte topluluk olarak Roma Katolik Kilisesi'ne mensupturlar.
      Kormacit, Kıbrıs’taki dört Maronit köyünden bir tanesidir. Diğer üç köyün adları ise Asomatos (Özhan), Ayia Marina (Gürpınar) ve Karpaşa’dır. Kormacit ya da diğer adıyla Koruçam, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nın Girne ilçesine bağlı, adanın Maronit azınlığından insanların ikamet ettiği güzel bir köydür. Akdeniz’in o güzel mavi sularına nazır Beşparmak Dağları’nın en batısındaki yeşil ormanların ortasında  bulunan bu şirin köyde bugün 70’li yaşlarda 120 Maronit yaşamaktadır. Girne’ye arabayla bir saatlik mesafede bulunmaktadır. Köy ve civarında endemik bitki ve çiçek türlerinin yanı sıra zengin bir vahşi yaşam gözlenebilmektedir. Kormacit Burnu da adını bu köyden almaktadır.       
      Köyün adının nereden geldiğiyle alakalı birkaç rivayet dolaşmaktadır. Bunlardan ilki ve en yaygın olanı, Lübnan’ın kuzeyindeki Kour köyünden ayrılmak zorunda kalan Maronitler’in buraya yerleşmesi ve köylerine duydukları özlemle sürekli tekrar ettikleri bir cümleden geldiği yönündedir. “Nahni jina oua Kour majit.” cümlesinin tam tercümesi “Biz buraya (Kıbrıs’a) geldik ama sen gelmedin Kour.”dur. Bu sebeple, “Kour majit” sözünün köyün isminin kökenini oluşturduğu düşünülmektedir.          
      Diğer bir rivayet ise şöyledir: Fenikeliler, ticaretteki  ünlerini duyurdukları dönemde (M.Ö 8. yüzyıl), Kıbrıs’ın coğrafik bakımdan Lübnan’a olan yakınlığı nedeniyle  Kıbrıs’a gelip ticaret amaçlı bir yerleşme (ticaret kolonisi)  inşaa ettikleri ve adanın kuzeybatısındaki bu alana da Kormia adını verdikleri belirtilmektedir. Tarihçiler bu zengin ticari yerleşmenin Livera (Sadrazamköy) yakınında olduğunu söylemektedirler. Arap Yarımadası’nı etkisi altına alan İslam ordularının yayılma döneminde, birçok Hristiyan Maronit, Suriye ve Lübnan’ı terk ederek  bu kente yerleşmiş, daha sonra  korsanlar tarafından rahatsız edilince buradan kaçmak zorunda kalmış ve Kormia jtite “Yeni Kormia” adlı başka bir köy inşaa etmişlerdir.  

      Kormacit’te bulunan bazı ibadet yerleri şunlardır:
  • Saint George Katedrali: 1930 yılında inşaa edilmiştir. İnşaası 30 yıl sürmüştür. Kıbrıs Maronit Kilisesi’nin resmi katedralidir.


  • Meryem Ana Şapeli: Köyün batısında bulunan küçük bir şapeldir. Geçtiğimiz senelerde tadilatı bitmiş ve daha iyi bir görünüme kavuşmuştur. Turistlerin batıya giderken ziyaret etmeden geçmedikleri bir yerdir. 


  • Saint George Şapeli : Kormacit’in kuzeyinde, deniz kenarındaki güzel manzaralı ufak bir şapeldir. 1800 senesinde yapılmıştır. Maronit toplumu her yıl 3 kasımda Aya Yorgi'ye ithaf edilmiş dini bayramlarını burada kutlarlar. Kasım ayı tarım mevsiminin başlangıcı olarak kabul edilir ve çiftçiler buraya gelip verimli bir hasat için dua ederler. Geleneğe göre her ayinden sonra Maronitler deniz kenarında öğle yemeklerini yiyerek bu bayramlarını kutlarlar.     

          Maronit Toplumu’nun Bugünkü Durumu
          Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre ise Kıbrıs'ta 6000 civarında Maronit yaşamaktadır. 1974 Barış Harekatı sonrasını izleyen dönemde, Maronitler’in çok büyük çoğunluğu Güney Kıbrıs’a yerleşmek zorunda kalmıştır. Güney Kıbrıs’ta Yunanca tedrisatlı okullarda okudukları için genç ve orta yaşlı Maronit nesil Yunanca’yı ana dili gibi konuşabilmektedir lakin yaşlılar dışında Türkçe konuşabilen çok azdır. Bugün hala birçok Maronit yüzyıllardan beri süregelen gelenek ve göreneklerine sahip çıkmakta ve korumaktadır. Maronitler için köyleri çok büyük anlam ifade etmektedir çünkü bu köyler onların dinlerini ve geleneklerini doğrudan doğruya yansıtmaktadır. Unutmayalım ki yüzyıllardan beri ada yaşamımızın önemli bir parçası olan bu topluluğun kendine has ikonaları, mimarisi, müziği, tarihi ve yaşatılmaya çalışılan ayrı güzellikteki bir dili vardır.  
          2006 senesinde KKTC yetkilileri Maronitler’in tekrar köylerine geri dönüp evlerine yerleşebilmelerine izin vermişlerdir. Yıllar sonra, 40 kadar yaşı ilerlemiş köy sakini köye temelli yerleşmiştir. Haftasonları köyün nüfusu, akraba ziyaretleri ve ayin münasebetiyle 600’ü geçmektedir. Maronitler’in sadece ve sadece Kormacit’te düzenlenen törenleri ve şenlikleri de vardır. Bu şenlikler, Kıbrıs Maronit Arapçası’nı konuşmak için harika bir fırsattır. 
          Şu anda Kormacit’te ikamet eden Maronit asıllı köy sakinleri, Avrupa Birliği’nin azınlıklara sağladığı maddi ve manevi yardımlardan yararlanmakta, evlerini aslına zarar getirmeyecek şekilde tamir etmekte, bir zamanlar Maronit kültürünün merkezi olan bu güzel köye eski huzur dolu günlerini geri getirmeye çalışmaktadırlar.   



25 Nisan 2013 Perşembe


Lüzinyanlar ve Angolem
      Kıbrıs halkı, 12.yüzyıl sona ermek üzereyken 1192 yılında Kıbrıs’ta egemenliğini 297 yıl sürdürecek olan Fransa çıkışlı Lüzinyanlar ile tanışır. Yeğeni Henry'nin Kudüs Kralı seçilmesi üzerine, Fransa'dan Haçlı akınlarıyla gelen zengin ve soylu Guy de Lusignan bölgede kendi egemenliğini oluşturmak hevesindedir. Bu nedenle, Kıbrıs’ı da Aslan Yürekli Richard’dan satın alır. Kıbrıs'a Orta Çağ'ın büyüleyici kültürünü taşıyan yaratıcı Lüzinyanlar, sadece Lefkoşa'yı değil adanın diğer yörelerini de görkemli eserleriyle donatırlar. Bu hakimiyet süresince kurulan yerleşim yerlerinden biri de Angolem’dir.  
      Taşpınar veya yerli halk arasındaki bilinen adıyla Angolem, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Güzelyurt ilçesine bağlı olup, Güzelyurt (Omorfo) kasabasının güneybatısında yer alan bir köydür. Köy’ün adının kökenine ilişkin en yaygın iddia, Lüzinyanlar tarafından Fransa'daki Angoulême kentinden esinlenerek oluşturulduğu yönündedir. Bu iddianın biraz daha geliştirilmiş hali de, Orta Çağ'da Angoulême'den gelen bir şövalyenin köyde yaşadığı iddiasıdır. Diğer bir iddiaya göre ise köyün adı; köyün sahibi, eski Antakya Patriği Pierre d'Angoulême'den geldiği yönündedir.
      1489 yılında Venedik hakimiyetine geçen köy, 1570 yılında ise Osmanlılar’ın eline geçer. Sakinlerinin kısmen terk ettiği köye 1570’lerden başlanarak Yörükler yerleştirilir ve 1878 yılında Birleşik Krallık hakimiyetine girer. Nitekim, köyün 44 yıl muhtarlığını yapan ve köylüler tarafından çok sayılıp, sevilen merhum Arif Salih Aktoprak da Angolemliler’in soyunun Osmanlı’ya ve Anadolu’ya dayandığını fakat köylerinin Lüzinyan köyü olduğunu belirtmekteydi.   
      Lüzinyanlar bu köyde bulundukları zamanda bir kilise yapmışlardır. Kilisenin kalıntıları 20. yüzyılın başlarına kadar görülebilmesine rağmen şu an kilisenin yerinde hiçbir şey bulunmamaktadır. Köylüler, buraya halen daha Kilise Lakşası demektedirler. 1950’li yıllarda, Fransa'dan köye bir mektup gelir ve mektupla köydeki kilisenin durumu hakkında bilgi sorulur. Bu da Fransızlar’ın kendi yaptıkları kiliselerinin kaydını bir yerlerde tuttuklarının ve onlar için bu kilisenin öneminin bir göstergesidir.   
      Kıbrıs’ın bu güzel ve küçük köyü bir zamanlar çok üniversite mezunu yetişdirmesiyle da ünlüydü. Köyün nüfusuna göre değerlendirdiğimizde gerçekten hatırı sayılır üniversite mezunu vardı bu köyden. Kıbrıs Türk Toplumu’nda ünlü ve başarıya ulaşmış birçok insanın kendisi veya ailesi buralıdır.
      Özellikle Güzelyurt ve çevresindeki bölgelerde yaşayan insanlar arasında popüler olan ve senelerdir anlatılan bir fıkra vardır. Anlatılanlara göre, bir zamanlar Angolemli muzip bir mucit, İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman savaş uçaklarının şöhretinden etkilenip köy halkına kendisinin de bu uçaklardan yapacağı iddiasında bulunmuş, karısının da yardımıyla kendince bir uçak yapmış ve evinin çatısından bu uçakla havalanmaya çalışmıştır. Tabi ki tahmin edeceğiniz gibi malesef başarılı olamamıştır. O zamandan beri de "Angolem Hava Yolları" Kıbrıslılar’ın geleneksel şakaları arasında yerini almış ve köyün ismi çoğu kez Hava Yolları’yla anılmaya başlamıştır.    

18 Nisan 2013 Perşembe


Karpaz Eşekleri (Hür Eşekler)

      Karpaz eşekleri, Kıbrıs Adası’nın Karpaz Yarımadası’na has, yerli ve yabancı hemen hemen herkesin büyük ilgisine mazhar olan yabani canlılardır. Dünyada belki de tek yabani eşek kolonisini oluşturan Hür Eşekler, turistlere değişik bir görüntü ve fotoğraf meraklıları için ise eşsiz malzeme oluşturmaktadırlar. Geçen yaz ben de bu fırsattan istifade etmek istedim ve birçok fotoğraf çektim. Ayrıca bu ziyaretim bu güzel canlıları daha yakından görmeme vesile oldu. Hür eşekler olarak da adlandırılmalarının sebepleri büyük ihtimalle Karpaz bölgesinin göz alıcı doğası arasında kendilerine özgür bir biçimde yaşam alanı yaratmaları ve alınan önlemlerle yaşamlarını daha kolay bir şekilde sürdürme imkanına sahip olmalarıdır.  
      Ekinlerini yediklerinden dolayı bölgedeki çiftçilerin hiç sevmediği ve adeta düşman kabul ettiği bu eşekler, özellikle Dipkarpaz köyü ile Apostolos Andreas Manastırı arasındaki yol boyunca sıklıkla görülebilir hale gelmişlerdir. Karpaz’ın yollarında dolanırken yolun her iki tarafında ve hatta bazen ortasında bölgenin nam yapmış eşeklerine rastlayıp, arabanın camını açarak eşeklerle iki üç dakika sohbet etmek mümkün J. Beklediğimizden daha evcil çıkan bu eşeklerin, yanımıza yaklaşıp kendilerini sevdirmeyi pek sevdiklerini farkettik. 
      Kıbrıs'taki  vahşi  hayat  ile  ilgili  araştırma  yapan çeşitli kaynaklardan elde edilen bilgilere göre yüzyıllardan beri bu yabani eşeklerin Karpaz yöresinde yaşamlarını sürdürdükleri bilinmektedir. Kıbrıs’ın bazı siyasetçileri tarafından geçmişte ‘Saf Kıbrıslı’ olarak anılmaları da bu varsayıma destek oluşturmaktadır. Bu sevimli hayvanların varlığı ile ilgili ilk  kaynak 1878 yılına kadar gider. Kıbrıs’ın İngiliz Sömürgesi olduğu dönemlerde evcilleştirilmiş Hür Eşeklerin, dağlık veya tepelik alanlarda gezdirildiği ve geçtikleri yerlere yol yapıldığı da birçok Kıbrıslı’nın dilindedir. 
      Kıbrıs'ın sahip olduğu doğal zenginliklerinden biri konumundaki bu yabani canlıların bizden sonraki kuşaklara da aktarılabilmesi için bu konuya duyarlı olmamız gerekmekte ve bu hayvanların varlıklarının gelecekte tehlikeye girmemesi için her türlü saldırıya karşı çıkmamız gerekmektedir.