Efgalibdolarımız
Geçen
haftalarda, hava değişiminden kaynaklandığına inandığım grip hastalığına
yakalanmıştım ve burun tıkanıklığından dolayı da nefes almakta güçlük
çekiyordum. Aklıma hemen annemin bir zamanlar ben küçükken uyguladığı bir
yöntem geldi. Topladığım Okaliptüs (Kıbrıs’ta yaygın olarak kullanılan ismiyle
Efgalibdo) yapraklarını hemen kaynattım ve çıkan buharı içime çektim. Bir iki
dakika sonra da farkı hissettim. Nefesim açılmıştı gerçekten. Bu yaşadığım
küçük olayı bu haftaki yazımda sizinle bir şekilde paylaşmak istedim. Şimdi hep
birlikte Kıbrısımız’ın pek çok yöresinde görmeye alıştığımız “Efgalibdolara”
yani Okaliptüs ağaçlarına ve bu kocaman ağaçların adamızdaki geçmişine bir göz
atalım.
Okaliptüslerin Avustralya ve çevre
adalarda FAO kayıtlarına göre 600, Avustralyalı ormancılara göre 1000’e yakın
türü vardır. Değişik yaprak, çiçek, meyve ve gövde formu geliştiren bu tür
çalı, ağaççık ve ağaç, yüksek ağaç halinde bulunur. Uzun ve iri gövdeleri
sayesinde diğer ağaç türlerinden farklı olarak yetişkin bir okaliptüs ağacı
bünyesinde 200 ila 1000 litre su bulundurabilir.Ülkemizde en çok izlenen tür E.
Camaldulensis ve E. Gomphasephala türleridir. İkincisi gri, kahve renginde,
kabuklu gövde ve dallara sahiptir. Ülkemiz sınırları içerisinde 20’ye yakın
farklı tür mevcut olup, uygun şartlarda yaygınlaştırılmaları için çalışmalar
sürdürülmektedir. Okaliptüs uygun koşullar altında yerli türlerin yoğunluğu
ile kıyaslandığında on kez daha çabuk gelişir. Aynı zamanda yapraklarının
oldukça açık olması, yoğunluğunun yüksek olması, aynı zaman dilimi içerisinde
topraktaki inorganik maddelere on kat daha fazla ihtiyaç gösterir ve bunları
daha çabuk tüketir. Bu olgudan dolayı orman ağaçları için tehlikelidir. Çünkü
orman olan yerlerde zengin olan toprağı fakirleştirir.
Okaliptüsler’in Ada’ya getiriliş
serüveni Fransız Orman Servisi Üyesi P.G. Madon’un 1875 yılında Türkiye
ormanları için rapor hazırlaması için o dönemin Osmanlı Yönetimince İstanbul’a çağrılması
ile başlar. Madon, Türkiye Ormanları üzerine yapmış olduğu gözlemlerini içeren raporunu
yönetime sunar, Yönetim de kendisini Kıbrıs Ormanları üzerinde araştırmalar yapması
için Kıbrıs’a gönderir. Ancak tarihin cilvesine bakın ki, Madon raporunu
tamamlayamadan Ada’da yönetim değişikliği olur ve Ada 1878’de Britanya İdaresi’ne
devredilir. Madon, iki yıl boyunca kendisini İngiliz İdaresi’ne kabul ettirebilmek
için uğraşmak zorunda kalır ve neticede 1880 yılında ilk Orman Dairesi Müdürü
olarak Britanya Yönetimince atanır. Britanya Yönetimi, Madon’un Okaliptüsler
konusunda onyıllar boyunca söylediklerine harfiyen uyar ve Okaliptüs’ü esas
orman zonuna çıkarmaz.
Madon
şöyle diyordu Ada ve Okaliptüsler hakkında: “Benim esas ilgi alanım sadece
sağlık için – şehir sınırlarında (Yeşil kuşak) Okaliptüsten
faydalanmaktır. Nitelikleri tartışmasız özel ilgi gören ve hızlı büyümesi
itibar gören Okaliptüs ve daha üstün değerli ve fayda sağlayan tüm türlerin
olumsuzluklarını göz ardı etmemize neden olur. Eğer ağaçlandırma için
kullanılmayacaksa, caddelerde, tarla kenarlarında, köylerde, koruluk yollarında
v.b. yerlerde çok arzu edilen bir türdür. Böyle durumlarda yetiştirilmeye
elverişlidir ve ülke üzerinde olumlu etkileri olur. Aynı zamanda odun
hasılatı çok iyi değerlendirilir. Üç yaşında saban için odun, dört yaşında çatı
kirişi, sekiz yaşında direk sağlar. Bu nedenle ormanlardan uzak olan köyler
için çok değerlidir. Yönetim bunu azami derecede yaygınlaştırarak en iyi
şekilde yetiştirilmesini sağlamalı, ücretsiz tedarikinde aracı olmalıdır. Fakat
başlangıçta tür seçimi çok dikkatli yapılmalıdır ve onların kullanımı
uygun gördükten sonra başarısı takip edilmelidir.”
Bu yıllarda, Ada’daki
sağlık koşulları oldukça bozuktu ve sivrisineklerin taşıdığı sıtma hastalığı
yaygındı. Sivrisineklerin üreme alanları durgun sulardan oluşan bataklıklardı.
Bataklıklar belirgin olarak Mağusa yöresinde, Larnaka’da, Omorfo
(Güzelyurt) ve çevre köylerinde, Kanlıdere’nin akış güzergahında
(düzlüklerde) bulunuyordu. Bu bataklıklar, bazı yörelerde bugün de kış
mevsiminde sulak alanlar olarak görülebilmektedirler. Mağusa yöresinde Tatlısu
Gölü, Gülseren Göleti, Salamis Yöresi’ndeki su birikintileri bunlara örnek
teşkil eder.
Madon, Kıbrıs’ta ilk bilimsel ağaçlandırma
çalışmalarını başlatan insandır. Henüz ilaçlama tekniklerinin gelişmediği 19.
Yüzyıl ortalarında ve sonlarına doğru, bataklık çevrelerinin yaşanır hale getirilmesi
için, bazı ülkelerde (örneğin Cezayir’de) değişik ağaç türleri ile
ağaçlandırmalar yapılmış ve görülmüştür ki Okaliptüs dikilen alanlarda 3 yıl
sonra çevre yaşanır hale gelebilmiştir. Yapılan araştırmalar yaygınlaştırılarak 25
yıl içerisinde sıtma hastalığından olan ölümler çok aza indirgenmiştir. Bu rolü
üstlenen ağaç Eucaliptus (E Camaldulensis- beyaz veya kırmızı Okaliptüs)’tür.
Okaliptüs sıtma ile mücadelede ve sağlık koşullarının iyileştirilmesinde ilk
etapta şehrin çevresinde (500 hektar) kullanımı öngörülmüştür. Konuyu yakından
bilen Madon tarafından Cezayir’den getirilen ilk Okaliptüs fidanları 1879
yılında Lefkoşa kapılarına dikilmiş, 1881 yılında fiilen Lefkoşa Surlar altı
ağaçlandırması ile ağaçlandırma başlamıştır. İlk dikilen Okaliptüslerden
(E.Camaldulensis) Lefkoşa Ziraat Bankası yanındaki iki tanesi 1991 yılında Anıt
Ağaç kategorisine alınmıştır. Yaygın olarak Kıbrıs’ta bataklıkların çevresine
ve kışın göllenen alanlara yapılan dikimler II. Dünya Savaşı’ndan sonradır.
Okaliptüs (beyaz Okaliptüs) kullanımının başlıca nedeni bu türün 40 – 80 gün
süren su baskınlarına dayanabilmesinden ileri gelmektedir. Beyaz Okaliptüs’ün
su ihtiyacı fazladır ve bu nedenle su biriken alanların çevresine dikimi
yapılmaktadır.

Teşekkürler Madon!!